Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Tasvirin Tarihçesi
Artık bugün çok .ilerlemiş olan psikoloji, sosyoloji ve sosyal psikoloji bilimleri de açık seçik göstermektedir ki, insan çevrenin dışında değil, dış çevrenin içinde ve sürekli olarak etkisi altındadır. Yalnız bu durumun yeterince anlaşılıp kavranması için, yüzyılların ve çok uzun çağların geçmesi gerekmiştir.
Gerçekten Yunan ve Latin klâsiklerinde, dış çevre ve canb tabiat yoktur. Onlar tabiatı estetik gözlerle görmemişlerdir. Bu yüzden Yunan ve Lâtin yazarlarının eserlerinde, tabiatın bir sevgi ve duygu kaynağı olarak ele alınmış olduğu görülmez. Çünki tabiat duygusu, bilinçte henüz doğmamıştır. Aynı şey, 17. yüzyü Fransız klâsiklerinde de sürüp gitmektedir. Şüphesiz o zaman da, bugün gözlerimiz önünde uzanan canlı ve renkli tabiat vardı.
Ve şüphesiz, gerek daha öncekiler, gerekse 17. yüzyd klâsikleri, tabiattan zevk almıştır. Ferdinand Brunetiere'in dediği gibi, "Bizzat Boileau, iki satır arasındaki boş zamanını Auteuil'deki bahçesinden zevk almakla geçirirdi. O da bizim gibi güneşi, koruları ve yeşilliği sevmişti... fakat "cümlesiz" sevmiştir; ve kendisine çok tabiî görünen zevklerle "edebiyat" yapmamıştır... Zamanında bu, moda değildi". Gerçekten Klassisizöıin kuramcısı olan Boileau'nun tabiat anlayışı çok sınırlıdır. O, bütün tabiatı değil, yalnız insan tabiatının taklit edilmesini ister. Çünkü ilerde J. J. Rousseau'nun keşfedeceği canlı, hareketli, renkli ve göz alıcı tabiatı, dış çevre ve tabiatı 17. yüzyda tanımamıştır.
Gerçekten birçok romancıların, şair ve ressamların, ortaya koydukları eserlerle bize, kendilerinden önce varlıklarından bile şüphe edilmeyen birtakım güzellikler göstermesi ve önümüze çok canlı tablolar sermesi, Romantizmin meydana çıkmasıyla başlar. Romantizmin kurucusu ve en büyük temsilcisi olan Victor Hugo, bu akım için şu görüşleri ileri sürer: "Romantizm, edebiyatta liberalizmden başka bir şey değildir. Onun, Klasisizmin baskısından kurtularak edebiyat türlerine, güzel sanatların diğer kollarına özgürlük, kişisellik kazandırmasıyle edebiyat geniş alanlara ve tabiata açılmıştır.
"Ancak Klasisizme bir tepki olarak oluşup gelişen Romantizm ve romantik eserler ruhları büyüledikten sonradır ki dağlar, ormanlar, göller, fırtınalar güzelleşmeye başladı. Sözgelişi dağ, güzelleşmek ve dile gelmek için Rousseau'yu bekledi. Büyük Fransız filozofu Henri Bergson bu konuda şunları söylüyor: "Dağ her zaman kendisini seyre gelenlerde duyumlara benzeyen ve gerçekten dağa bağlı olan bazı duygular uyandırabilmiştir. Ama Rousseau dağ hakkında yeni ve orijinal bir heyecan yarattı. Onun tarafından ortaya konulan bu heyecan, sonradan herkesin duyduğu bir heyecan oldu13". Bu konu ile ilgili olarak S.K. Yetkin de şunları ekliyor: "Dağ güzelleşmek için nasıl Rousseau'yu beklediyse, balta girmemiş ormanlar ve denizler Chateaubriand'ı, göller Lamartine'i, rüzgârlar Shelley'yi bekledi". Th. Ribot'nun görüşleri ise şöyle: "Halbuki Rousseau'yu gelinceye kadar buna benzer manzaralar bütün edipler nzarında çirkin sahnelerdi. Bilhassa isviçre'yi kaç defa baştanbaşa kateden Romalılar, burada hiçbir güzellik görememişlerdi; hattâ Sezar o muhteşem Alp Dağlarını gezerken tamamıyle lâkayıttı". Şimdiye kadar yaptığımız açıklamalardan kolayca anlaşılacağı gibi 18. yüzyıla kadar, tabiat insanlarda bir güzellik duygusu, estetik duygu uyandırmamıştır.
Tarih: 2016-03-02 01:56:21 Kategori: Sözlük
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Tasvirin Tarihçesi Nedir
Artık bugün çok .ilerlemiş olan psikoloji, sosyoloji ve sosyal psikoloji bilimleri de açık seçik göstermektedir ki, insan çevrenin dışında değil, dış çevrenin içinde ve sürekli olarak etkisi altındadır. Yalnız bu durumun yeterince anlaşılıp kavranması için, yüzyılların ve çok uzun çağların geçmesi gerekmiştir.
Gerçekten Yunan ve Latin klâsiklerinde, dış çevre ve canb tabiat yoktur. Onlar tabiatı estetik gözlerle görmemişlerdir. Bu yüzden Yunan ve Lâtin yazarlarının eserlerinde, tabiatın bir sevgi ve duygu kaynağı olarak ele alınmış olduğu görülmez. Çünki tabiat duygusu, bilinçte henüz doğmamıştır. Aynı şey, 17. yüzyü Fransız klâsiklerinde de sürüp gitmektedir. Şüphesiz o zaman da, bugün gözlerimiz önünde uzanan canlı ve renkli tabiat vardı.
Ve şüphesiz, gerek daha öncekiler, gerekse 17. yüzyd klâsikleri, tabiattan zevk almıştır. Ferdinand Brunetiere'in dediği gibi, "Bizzat Boileau, iki satır arasındaki boş zamanını Auteuil'deki bahçesinden zevk almakla geçirirdi. O da bizim gibi güneşi, koruları ve yeşilliği sevmişti... fakat "cümlesiz" sevmiştir; ve kendisine çok tabiî görünen zevklerle "edebiyat" yapmamıştır... Zamanında bu, moda değildi". Gerçekten Klassisizöıin kuramcısı olan Boileau'nun tabiat anlayışı çok sınırlıdır. O, bütün tabiatı değil, yalnız insan tabiatının taklit edilmesini ister. Çünkü ilerde J. J. Rousseau'nun keşfedeceği canlı, hareketli, renkli ve göz alıcı tabiatı, dış çevre ve tabiatı 17. yüzyda tanımamıştır.
Gerçekten birçok romancıların, şair ve ressamların, ortaya koydukları eserlerle bize, kendilerinden önce varlıklarından bile şüphe edilmeyen birtakım güzellikler göstermesi ve önümüze çok canlı tablolar sermesi, Romantizmin meydana çıkmasıyla başlar. Romantizmin kurucusu ve en büyük temsilcisi olan Victor Hugo, bu akım için şu görüşleri ileri sürer: "Romantizm, edebiyatta liberalizmden başka bir şey değildir. Onun, Klasisizmin baskısından kurtularak edebiyat türlerine, güzel sanatların diğer kollarına özgürlük, kişisellik kazandırmasıyle edebiyat geniş alanlara ve tabiata açılmıştır.
"Ancak Klasisizme bir tepki olarak oluşup gelişen Romantizm ve romantik eserler ruhları büyüledikten sonradır ki dağlar, ormanlar, göller, fırtınalar güzelleşmeye başladı. Sözgelişi dağ, güzelleşmek ve dile gelmek için Rousseau'yu bekledi. Büyük Fransız filozofu Henri Bergson bu konuda şunları söylüyor: "Dağ her zaman kendisini seyre gelenlerde duyumlara benzeyen ve gerçekten dağa bağlı olan bazı duygular uyandırabilmiştir. Ama Rousseau dağ hakkında yeni ve orijinal bir heyecan yarattı. Onun tarafından ortaya konulan bu heyecan, sonradan herkesin duyduğu bir heyecan oldu13". Bu konu ile ilgili olarak S.K. Yetkin de şunları ekliyor: "Dağ güzelleşmek için nasıl Rousseau'yu beklediyse, balta girmemiş ormanlar ve denizler Chateaubriand'ı, göller Lamartine'i, rüzgârlar Shelley'yi bekledi". Th. Ribot'nun görüşleri ise şöyle: "Halbuki Rousseau'yu gelinceye kadar buna benzer manzaralar bütün edipler nzarında çirkin sahnelerdi. Bilhassa isviçre'yi kaç defa baştanbaşa kateden Romalılar, burada hiçbir güzellik görememişlerdi; hattâ Sezar o muhteşem Alp Dağlarını gezerken tamamıyle lâkayıttı". Şimdiye kadar yaptığımız açıklamalardan kolayca anlaşılacağı gibi 18. yüzyıla kadar, tabiat insanlarda bir güzellik duygusu, estetik duygu uyandırmamıştır.
Tarih: 2016-03-02 01:56:21 Kategori: Sözlük
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx